sizin için seçtiklerim



seçtiğim şiirleri beğenmeniz umuduyla....

Anadolu


Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu'yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?

Ahmed Arif  |







Gizli Sevda

Hani bir sevgilin vardı
Yedi sekiz sene önce,
Dün yolda rastladım
Sevindi beni görünce.

Sokakta ayaküstü
Konuştuk ordan burdan.
Evlenmiş, çocukları olmuş
Bir kız bir de oğlan,

Seni sordu.
Hiç değişmedi, dedim.                                   
Bildiğin gibi...
Anlıyordu.

Mesutmuş, kocasını seviyormuş.
Kendilerininmiş evleri...
Bir suçlu gibi ezik,
Sana selam söyledi.

Behçet Necatigil  |





Hikaye

Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkiyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgarları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!

Cahit Külebi  |  

 

 

 




Memleket İsterim

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı  |




Abbas

Haydi abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber Sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

1942
Cahit Sıtkı Tarancı  |








Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...


Can Yücel  |

 

                     









     
                                                                                                                               Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim

Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ'mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Can Yücel  |

 



Söyle Sevda İçinde Türkümüzü

Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan, dallarla, budaklarla bir
Aynı maviliklerden geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?

Fazıl Hüsnü Dağlarca  |  

 


Aldırma Reis

Sen içerdeyken ben
Sinemalara gittim
Bütün filmlerini seyrettim
O sevdiğimiz artistin
Sen içerdeyken ben
Vita kutularında çiçek yetiştirdim
Sokakta top oynadım çocuklarla
Ayakkabılarımı eskittim
Güneşe karşı durdum sabahları
Geceleri bir başıma yıldızları bekledim
Annenin gönlüne su serptim
Aldırma dedim aldırma
Bir şarkı söyle, bir dilek tut herkes için
Bir ada rüzgarı gibi
Sürtünerek geç hayata
Bir sarmaşık gibi tutun
Ve değer ver hatıralara
Aldırma dedim
Sen annesin, aldırma

Sen içerdeyken ben
Kiramı ödedim, pijamalarımı giydim
Haber bültenlerini izledim
Gazetelerden kupon kestim
Sen içerdeyken ben
Sigara içtim, öksürdüm
Otobüse bindim
Fotoğraflarımıza baktım
Acıyan yanlarımı körelttim
Deniz kıyısında yürüdüm
Manavdan soğan aldım
Yeni çıkan şarkıları dinledim
Kafeste beslediğimiz kuşu saldım
Islık çaldım
Sen içerdeyken ben
Hep uyandım, sayıkladım
Kanadım boyuna
Takvimler aldım
Her gün bir yaprağını kopardım
Deli ayrılığın

Sen içerdeyken ben
Gömleğimi ütüledim
Sobada elimi yaktım
Bir şiir yazdım
Bir hercai menekşe aldım çiçekçiden
Hani o alnına kader değmiş
Hani o dudaklarına deniz tuzu dokunmuş
Hani o erken vurulmuş
Gençliğimiz gibi dağıldım
Sen içerdeyken ben

Bir adını söyleyemedim
Şöyle bağıra bağıra
Bir yüzünü göremedim
Görüş günlerinde
Bir de eline değemedim
Bir de yüreğine
Şöyle kucaklayamadım bir de
Ölümüne

Sen içerdeyken ben
Kapı kapattım, pencere açtım
Mutfakta oyalandım
Kanepede yattım
Hatta bir yolluk aldım odaya
Çok da kulak asmadım
Çok da koymadı bu bana
Alt tarafı içerdeydin
Alt tarafı bir yanımı alıp götürmüştün
Bir yanımı
Yani adamlığımı
Yani gözlerimin ferini
Yani canımı
Alt tarafı şarkılar ölecekti
Alt tarafı kanayacaktı kalbim
İşte sensiz
İşte nefessiz
İşte kimsesiz bir sesti alt tarafı
Her tarafım

Yıldızlar yine oradaydı oysa
Yazdıklarım
Gözden kaçan o defter yapraklarında
Boşver 128
Hayat bir gemi
Yürüt onu göreyim seni
Boşver 128
Boşveriyor ya
Aldırma reis
Reis aldırmıyor ya

Bir adını söyleyemedim
Şöyle bağıra bağıra
Bir yüzünü göremedim
Görüş günlerinde
Bir de eline değemedim
Bir de yüreğine
Şöyle kucaklayamadım bir de
Ölümüne

Sen içerdeyken ben
Vitrinlerin önünden geçtim
Minibüs duraklarında bekledim
Simitçilerle yarenlik ettim
Üstüme bir ceket aldım
El tezgahlarında kitaplara baktım
Sen içerdeyken ben
Hiç oturup ağlamadım
Hiç karartmadım umudu
Hiç bulandırmadım onuru
Öyle dimdik durdum ortada
İşte burada ulan işte burada
Böyle burada
Hiç yıkılmadan
Hiç utanmadan
Ve hiç unutmadan

Sen içerdeyken ben
Gülen resmimi yaptırdım
Sokaktaki ressama
Her zaman yaptığım gibi
Buzdolabını ayağımla kapadım
Parkların banklarına adını kazıdım
Adını kazıdım duvarlara
Adını, adımın yanına yazdım
Hiç unutmadım, utanmadım
Korkmadım
Parmaklarımı şıklattım Fidayda'da
Hani vardı ya
Fidayda'da hanım kızım Fidayda
Gelip geçen her tren bağırtısında
Kalkıp aynaya baktım sonra

Sen içerdeyken ben
Perdeleri hiç kapatmadım
Hiç bakmadım arkama
Başını ellerinin arasına alan
Üç-beşinin arasında olmadım
Öyle bıraktığın gibi
Öyle yaşadığımız gibi yaşadım
Sen içerdeyken ben

Bir adını söyleyemedim
Şöyle bağıra bağıra
Bir yüzünü göremedim
Görüş günlerinde
Bir de eline değemedim
Bir de yüreğine
Şöyle kucaklayamadım bir de
Ölümüne
Sen içerdeyken ben...

İbrahim Sadri  |

 



Buyur Usta

Oğlum, onüç-ondört anahtarı ver
Al usta
Oğlum, yat motorun altına
Nesi var bir bakıver
Olur usta
Oğlum, iyi sık civatayı
Sonra sahibi neder?
Sıkıyorum usta
Bileğim yettiğince
Yüreğim yettiğince
Sıkıyorum işte
Oğlum, terlemişsin
Akmasın terin motora
Motor pas yapar sonra
Olur mu be usta
Ter pas yapar mı
Gözyaşı pas yapar mı?
Oğlum ne diyorsun bak işine
Bakıyorum usta
Yalnız ellerim
Ellerim çatlamış be usta
Ellerim acı içinde
Yüreğim var ellerimde
Yüreğim yanıyor usta
Kan ter içinde
Hem usta
Sen hiç okula gittin mi
Okul nasıl bir şey be usta
Öğretmen nasıl biri
Usta sahi
Orda da motor baktırırlar mı ki
Orda da söverler mi çocuklara be usta
Orda da döverler mi?
Oğlum bak işine kızdırma beni
Olur usta ha usta
Senin anan da saçlarını okşar mıydı
Sana ağlar mıydı gecenin al yalazında
Sahi usta sen hiç ağladın mı bir sabah
Cansız düşende anan
Yavaşca gözlerinin önünde
Oğlum bak işine !
Attırma tepemi gir motorun altına
Usta dur kızma!
Bak giriyorum motorun altına
Dünyanın altına
Giriyorum usta giriyorum
Desteğe gerek yok usta
Desteğe gerek yok
Ben oraya yüreğimi koyuyorum
İnan taşır be usta

İbrahim Sadri  |

 

 

 


İstanbul'a Kar Yağıyordu

Yetmişdokuzun kışıydı
Sertti, soğuktu
İstanbul'a kar yağıyordu
Kömür yanıyordu sobalarda
Geceleri polisler, bekçiler oluyordu
Bir de biz oluyorduk
Ölümüne üşüyorduk ha,
Yalan yok, polisler de üşüyordu
Onaltı yaşındaydım
Herşeyi bükecek bileğim vardı
Onaltı yaşındaydım
Aslan gibi ortadaydım
Gündüzleri, okulda coğrafya defterimin arkasına
Senin için şiirler
Geceleri duvarlara ülkemi kurtarmak için
Kahrolsun yazacak kadar adamdım
Onaltı yaşındaydım
Ne senin haberin oluyordu şiirlerimden
Ne de birileri kahroluyordu
Mahalle duvarlarına çiziktirdiğim harflerimden
Onaltı yaşındaydım
Yalan yok
Ben yazmaya böyle başladım
Coğrafya defterim bir eskiciye kurban gitti
Duvarlarına yüreğimi bağırdığım o evler birer birer
Yıkıldı gitti
Şimdi güzel kağıtlara yazıyorum
Kocaman laflar ediyorum
Marşlar biliyordum
Kitaplar okuyordum
Koşarak ve ıslanmadan geçiyordum sulardan
İstanbul'u seviyordum
Seni seviyordum
Dualar öğreniyordum
Meydanlarda toplanıp bağırıyordum
Herkes gibiydim
Herkes kadar cesur
Herkes kadar korkak
Herkes kadar filinta delikanlı
Ve herkes kadar buralı
Yetmişdokuzun kışıydı
Sertti soğuktu
İstanbul'a kar yağıyordu
Ağzımızdan dumanlar çıkıyordu konuşurken
Haliç'in arkasında toplanıyorduk
Gece adamı içine çekiyordu
Biz geceyi içimize çekiyorduk
En güzel ben yazıyordum duvarlara yazıları
Herkes beni seviyordu
En güzel şiirleri de ben yazıyordum oysa
Coğrafya defterimin arkasına
Bunu kimse bilmiyordu
Sizin evin duvarına "kahrolsun" diye yazıyordum
Ve hızla kaçıyordum
Sizin evin duvarına birkez olsun
"Seni seviyorum" diye yazamadım
O zaman duvarlara öyle şeyler yazılmıyordu
Dedim ya
Yetmişdokuzun kışıydı
Sertti soğuktu
İstanbul'a kar yağıyordu 

 


Kuş Hatıraları

Benim çocukluğumda soframıza kuşlar konar
rüyalarımıza melekler uğrardı.
Kapımızdan yoğurtçu
bahçemizden ishakkuşu
kalbimizden yeni çıkan şarkılar geçerdi.

kışın bir sobamız olurdu
sobanın yanında kedimiz
kedinin önünde yün yumağı
bir Hayat Bilgisi fotoğrafı gibiydik.

Yerli malı kullanan
yurdunun üç tarafı denizlerle çevrili
kuru incir üzüm fındık
tütün çay narenciye kavun-karpuz yetiştiren
kuru üzüm inciri satan
karşılığında
çamaşır makinesi radyo ve otomobil alan
bir toprağın fertleri...
Biraz yoksul biraz mütevekkil
biraz mahcup biraz kırılgan
biraz naif ama hep umutlu...

Özlerdik.
Memleketteki halamızı
ince doğranmış bir dilim pastırmayı
yurttan sesler korosunu
akşam komşuluklarını
radyo tiyatrolarını
sabah ezanını
kalaycıyı bozacıyı
münir nurettin şarkılarını
orhan boran yarışmalarını
kandil gecelerini
duvarlarımızın sarmaşıklarını
bakkalımızın utana sıkıla veresiye hatırlatmalarını
okul önü kozhelvalarını
akşam oturmalarını
ve hayatı...

Top oynardık
ip atlar kedi kovalar
taşlarla birbirimizin başını yarar
mahalle savaşları çıkarır
gece olunca da tutar babalamızın elinden
yazlık sinemaya gider
Sadri Alışık Vahi Öz
Belgin Doruk Cüneyt Arkın seyreder
Olimpos gazozlar içer
güler eğlenir bağırır çağırır
dönerken yıldızları sayardık.
Sıkı çocuklardık.

Hepimizin birer yıldızı vardı
onlara isim takardık
onlar da bize isim takardı
pus ve dumandan önce bu şehrin
geceleri gözkırpan ve isimler takılan yıldızları vardı.

Benim yıldızıma Mehlika adını vermiştik
biz kimseden yana değildik.

Kimsenin de kendinden yana olmasını istediği birileri
olmazdı.
Bir değirmendeydik
öğütülen
öğütülürken türküler söyleyen
buğday başaklarına benziyorduk.
Ben
çorbalardan tarhanayı
yemeklerden kurufasulyayı
sigaralardan harmanı
belki bunun için çok sevdim.

Yollar bozuk musluklar bozuk
ziller bozuk paralar bozuk
ama adamlar sağlamdı.

Bu şehrin yıldızları vardı.
Saçlarına kurdelalar takan
çivitle yıkanmış beyaz çoraplarına
leke bulaşmasın diye su birikintilerinden sakınan
gözleri önlerinde
yürekleri ve beslenme çantaları ellerinde
küçük çocukları vardı bu şehrin
bu şehrin yıldızları vardı.

Ben Fenerbahçeyi amcam Vefayı tutardı.
Konya tahıl ambarı Mersin muz cennetiydi.
Taksim'den Fatih'e troleybus kalkar
Şişhane'de mutlak raydan çıkardı.
Vallahi hayat zor ve fakat çok matraktı.

Muammer Karaca adına bir tiyatro binası yoktu
bizzat kendisi vardı.

Başımız ağrırdı komşumuz vardı
gönlümüz daralırdı komşumuz vardı
Çorbamızı umutlarımızı
memleket kadar kalbimizi paylaştığımız komşularımız
vardı.

Geceleri bekçimiz
gündüzleri sütçümüz
bizim kadar zayıf da olsa
nohuta makarnaya alışmış da olsa
Sarman adında bir kedimiz
ceperimizde kırık misketlerimiz
çamur bulaşığı ellerimiz
ve gülümseyen bir yüzümüz
göstermekten utanmayacağımız bir içimiz
bir araya gelerek çektirebileceğimiz
bir aile fotağrafımız vardı.

Bir sabah bütün iyi şeylerin
Ayvansaray iskelesinden
hayal ülkesine doğru demir alan
bir şirket-i hayriyye vapuru gibi
aramızdan ayrıldığını gördük.
Sonra Ayvansaray'ın suları çekildiğini yazdı
gazeteler
Süheyla hanımın Raci beyin
Melahat mehveş ablanın
Niko'nun Ercüment efendinin çekildiğini ise
yazmadılar nedense
Ama yok ama yoklar.

Ne harman sigarası kaldı geriye
ne olimpos gazozu
ne Sadri alışık.

Kalan bir tortuydu belki.

Belki kırık bir rüya denizi
belki suya düşürdüğümüz suretimizin
cep aynamıza nüktedan bir yansımasıydı herşey.
Herşey Maltepe sigarasının
her arandığında
her bakkalda bulunabilmesi ile
büyüsünü kaybetmişti belki de.

belki de biz bir rüya mı görmüştük?

Hadi hepsi yalandı.
Hadi hepsi hayaldi.
Hadi hepsini ben uydurmuştum
Ama rüyalarımızın melekleri
ve sofralarımızın daim konukları kuşlar?
Ya onlar?
Onları siz de görmediniz mi?
Sizin de sofranıza konup
rüyalarınıza uğramadılar mı?
Onlar da mı yalandı?

İbrahim Sadri  |


Gülümse

Hadi gülümse bulutlar gitsin
İşçiler iyi çalışsın, gülümse
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok
Çakıl taşlarım vardı benim
Ama sen başkasın anlıyor musun
Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm
Tüm şehir bana küskün
Bir kedim bile yok anlıyor musun
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse

Kemal Burkay  |


|
Ceviz Ağacı

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Balçik - 01.07.1957
Nazım Hikmet Ran  |


Kadınlar

Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız

Nazım Hikmet Ran  |



Davet

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, dişler kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!

Nazım Hikmet Ran  |

 


Güneş Delisi

Akan suyu severim ben
Işildayan kari severim
Bir yeşil yaprak
Bir telli böcek
Yeşeren tohum
Güneşte görsem
Sevinç doldurur içimi
Bir günü
Güzel bir günü
Güneşli bir günü
Hiçbirşeye degişmem
Onun için savaşi sevmem
Onun için zulümü sevmem
Onun için yalani sevmem
Bilirim yaşamaz güneşte
Bilirim yaşamaz yanyana aşkla
Ne haksizlik
Ne korku
Ne açlik

Necati Cumalı  |

 

 

 

 


Çocuklar Gibi

Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim her dakika hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi

Bazı nur içinde, bazı sisteydim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi

Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi

Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi

Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi

Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi

Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi

Sabahattin Ali  |






Dağlar

Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.

Şehirler bana bir tuzak;
İnsan sohbetleri yasak;
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.

Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Goğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.

Yarimi ellere verin;
Sevdamı yellere verin;
Yelleri bana gönderin;
Benim meskenim dağlardır.

Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa:
Benim meskenim dağlardır

Sabahattin Ali  |  


 

 

 


Melankoli

Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.

Anlayamam kederimi
Bir ateş yakar derimi
İçim dar bulur yerimi
Gönlüm dağlarda bunalır.

Ne kış, ne yazı isterim
Ne bir dost yüzü isterim
Hafif bir sızı isterim
Ağrılar, sancılar gelir.

Yanıma düşer kollarım
Görünmez olur yollarım
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir.

Ne bir dost, ne bir sevgili
Dünyadan uzak bir deli...
Beni sarar melankoli:
Kafamın içersi ölür.

Sabahattin Ali  |  

 

 

 


Leylim Ley

Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni, kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni

Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni

Yedi yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil, yüreğine sor beni

Sabahattin Ali  |


Hapishane Şarkısı V

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma...

Dışarda deli dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma...

Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma...

Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allaha...
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma...

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma...

Sabahattin Ali  |



Kıyamadığım

Hey bir zaman bakıp bakıp
Seyrine doyamadığım!
Şimdi gurbette bırakıp
Sesini duyamadığım!

Evde kapanıp kaldın mı?
Seyrana çıkıp güldün mü?
Başkalarının oldun mu?
"Benimsin!" diyemediğim!

Akıtıp gözüm yaşını
Hatırlarım gülüşünü;
Kıvırcık saçlı başını
Göğsüme koyamadığım!

Dik yamaçların selisin,
Sen benden daha delisin,
Şimdi kimlerin kulusun?
Başını eğemediğim!

Nasıl vurgunum bilirdin,
Niçin benden yüz çevirdin?
Kimlerin koynuna girdin?
Öpmeğe kıyamadığım!

Sabahattin Ali  |

 







Arkadaş

Bir kıvılcım düşer önce
Büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş
Dolduramaz boşluğunu ne ana ne kardaş
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş
Ortak olmak her sevince,
Her derde kedere
Ve yürümek ömür boyu
Beraberce elele,
Olmasın hiç
O ta içten gülen gözlerde yaş,
Yollarımız ayrılsa bile,
Seninle ARKADAŞ!

Şanar Yurdatapan  |





Sesleniş

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız,
sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler
takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren
birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik,
doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız,
arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi
verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir
şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında,
yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin
acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük
yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven
gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar
erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin
elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin
ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş
kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı
gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık
sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi
dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla
kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik
kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşımızdaki kızlarımızı
öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu, omuz başından
keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak
fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında
bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...
Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Dogu’daki
topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki,
Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da,
paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin
için öldük.
Vurulduk, asildik, öldürüldük ey halkim, unutma
bizi...
Bagimsizlik, Mustafa Kemal’den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen
ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli
emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek
istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın, dedik, sokak
ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım,
unutma bizi...
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi
savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil
dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş
Savaşı’nda emperyalizme karşi dalgalandirdigimiz
bayragimizi daha da dik tutabilmekti bütün çabamiz.
Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak
istemediler.
Vurulduk ey halkim, unutma bizi...
Henüz çocuklugumuzu bile yaşamamiştik. Bir kadin eline
degmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile
almamiştik daha. Bir gece sabaha karşi, pranga
vurulmuş ellerimiz ve ayaklarimizla çikarildik idam
sehpalarina. Herkes taniktir ki korkmadik. Içimiz
titremedi hiç. Mezar topragi gibi taptaze, mezar taşi
gibi dimdik boynumuzu uzattik yagli kementlere.
Asildik ey halkim, unutma bizi...
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasinda
vuranlar, agabeyimiz, babamiz yaşlarindaydilar. Ya bu
düzenin kirli çarklarina ortak olmuşlardi ya da
susmuşlardi bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün
bile, karşisindakilere bagirmamiş insanlarin gözleri
önünde, öldürüldük. Hukuk adina, özgürlük adina,
demokrasi adina, Bati uygarligi adina, bizleri, bir
şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkim, unutma bizi...
Bir gün mezarlarimizda güller açacak ey halkim, unutma
bizi...
Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarinda yankilanacak ey
halkim, unutma bizi.
Özgürlüge adanmiş bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep
birlikteyiz ey halkim, unutma bizi, unutma bizi,
unutma bizi...

Uğur Mumcu  |Zülfü Livaneli



Bana Bir Şarkı Söyle



Özledim sesini ne olur konuş
Bir gül açtır zamanların ötesinden
Karanlıklar içindeyim, kapkarayım bugün gel
Gök mavisinden, deniz mavisinden
Bana bir şarkı söyle
İçimde bir şey kımıldıyor
Gözlerim kan çanağı, yorgunum, uykusuzum
Bir baksana ne haldeyim deli divane
Yaralıyım, çaresizim umutsuzum
Bana bir şarkı söyle
Yağmur ol yağ üstüme, güneş ol ısıt
Dökül karanlığıma ışıklar gibi
Al beni, en uzaklara götür
Sesin aksın içimde bir pınar gibi
Bana bir şarkı söyle
Bütün renkleri kat birbirine
Buram buram bir turuncu getir geçen yazdan
Bir tüy gibi, bir bahar dalı gibi
Hafiften, inceden, güzelden, en beyazdan
Bana bir şarkı söyle
Bazan kar nasıl hazin yağar bilirsin
Kurşuni bir gökyüzünden ağlamaklı
İşte öyleyim, kapkarayım bugün gel
En hüzünlü sesinle, en dokunaklı
Bana bir şarkı söyle

Ümit Yaşar Oğuzcan  |

 

 

 

 

BEN SANA MECBURUM 
Ben sana mecburum bilemezsin 
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum 
Büyüdükçe büyüyor gözlerin 
Ben sana mecburum bilemezsin 
İçimi seninle ısıtıyorum. 
 
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor 
Bu şehir o eski İstanbul mudur 
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor 
Sokak lambaları birden yanıyor 
Kaldırımlarda yağmur kokusu 
Ben sana mecburum sen yoksun. 
 
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur 
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur 
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan 
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu 
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından 
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman 
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu 
 
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor 
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor 
Durup köşe başında deliksiz dinlesem 
Sana kullanılmamış bir gök getirsem 
Haftalar ellerimde ufalanıyor 
Ne yapsam  ne tutsam nereye gitsem 
Ben sana mecburum sen yoksun. 
 
Belki haziran  da mavi benekli çocuksun 
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor 
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden 
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun 
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor 
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin 
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor 
 
Ne vakit bir yaşamak düşünsem 
Bu kurtlar sofrasında belki zor 
Ayıpsız   fakat ellerimizi kirletmeden 
Ne vakit bir yaşamak düşünsem 
Sus deyip adınla başlıyorum 
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin 
Hayır başka türlü olmayacak 
Ben sana mecburum bilemezsin. 
 
            Atilla İLHAN
 
   



BEN ÖLÜRSEM AKŞAMÜSTÜ ÖLÜRÜM 

   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm 
   Şehre simsiyah bir kar yağar 
   Yollar kalbimle örtülür 
   Parmaklarımın arasından  
   Gecenin geldiğini görürüm 

   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm 
   Çocuklar sinemaya gider 
   Yüzümü bir çiçeğe gömüp 
   Ağlamak gibi isterim 
   Derinden bir tren geçer 

   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm 
   Alıp başımı gitmek isterim 
   Bir akşam bir kente girerim 
   Kayısı ağaçları arasından 
   Gidip denize bakarım 
   Bir tiyatro seyrederim 

   Ben ölürsem akşamüstü ölürüm 
   Uzaktan bir bulut geçer 
   Karanlık bir çocukluk bulutu 
   Gerçeküstücü bir ressam 
   Dünyayı değiştirmeye başlar 
   Kuş sesleri, haykırışlar 
   Denizin ve kırların 
   Rengi birbirine karışır 

   Sana bir şiir getiririm 
   Sözler rüyamdan fışkırır 
   Dünya bölümlere ayrılır 
   Birinde bir pazar sabahı 
   Birinde bir gökyüzü 
   Birinde sararmış yapraklar 
   Birinde bir adam 
   Her şeye yeniden başlar 

                              (1972) 
 
   

            Ataol BEHRAMOĞLU

 
        
 
 
NİCEDİR ÖZLEMİŞİM 
   Nicedir özlemişim 
   Bu rüzgarı  
   Hani Doğu'da eser 
   Bahar akşamları 
   Nicedir özlemişim 
   Bir elma ağacının 
   Dibine oturmayı 
   Nicedir özlemişim 
   Şoseleri,dağları 
   Nicedir özlemişim 
   Bir dosta sarılıp 
   Ağlamayı 
  
Ataol BEHRAMOĞLU

 

 

 

Sevgi
 
Bioritim ölçer
 
Dünya haritası
 

 

http://gulgunsariyer.tr.gg

 






 
Bugün 6 ziyaretçi (88 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol